İnsan Kaynakları Zirvesi 1
MCT Danışmanlık’ın geleneksel olarak düzenlediği ve bu yıl 17. kez yapılan İnsan Kaynakları Zirvesi’nin ana teması “Dönüşüm Zamanı! Yenilenmeye ve Büyümeye Hazır Mısınız?” idi. 15 Şubat ve 16 Şubat konuşmacıları ile ilgili iki ayrı yazı oluşturmaya karar verdim.
Zirveyle ilgili tüm notlarımı twitter üzerinden tweet atarak aldım ve sosyal medyanın içerisinde bu denli aktif olmak beni inanılmaz motive etti. Bir ara günlük tweet atma limitimi doldurdum! Ayrıca konuşmacıları dinlerken ekranlarda tweetlerimi görmek hoştu :)) Bu sayede alanımla ilgili birçok kişiye ulaşabildim. Etrafımdaki birçok İK’cının twitter hesabının olmaması da ayrı bir şok etkisi yarattı. Sosyal medya ve İK için yolun en başında olduğumuzun minik göstergesi idi. Ama eminim zirvede birçok kişi twitter’ın gücünü anlayarak kendilerine twitter hesap açmışlardır. Konuşmacılara geçmeden önce bir kez daha Sevgili Başar Çankaya ve Marjinal Porter Novelli’te teşekkür ederim, zirveye davet edilen 10 İK blogcusundan biri olmak benim için gurur verici idi 🙂
Twitter üzerinden epey not aldığımdan burada tüm konuşmacıların paylaşımları ile ilgili kısa toparlamalar yapmaya çalışacağım. (MCT yönetici ortağı Tanyer Sönmezer’in konuşması yaşanan bir talihsizlik sonucunda kaçırdığım için üzgün olduğumu bir kez daha iletmek isterim, umarım netten izleme şansı yakalarım.)
Christopher Meyer “Küresel Ekonominin Geleceği”
Mutlu ülkelerin ekonomi odaklı olmadığını, sosyal odaklı olduğunu ve başarının da toplumun parçası olabilen şirketlerle sağlanabileceğinde bahsetti. Ve Hindistan örneğinden yola çıkarak oradaki birçok şirketin çalışanları sadece ücretlerle değil toplum üzerinde yaratacakları hizmetlerle motive ettiklerinden söz etti. Ayrıca 2000 yılında dünya ekonomisinin %75’ini etkileyen gelişmiş ekonomilerin, 2050’ye gelindiğinde dünya ekonomisinin yalnızca %32’sini etkileyebilecek durumda olacaklarını yani 2000 yılında dünyadaki üretimin %75’ini tüketen gelişmiş ülkeler 2050’de toplam üretimin %32’sini tüketebilecek. Ve Meyer, Türkiye’nin takip eden ülke olmaktan çıkıp takip edilen bir ülke konumuna geçmeye başladığını söyledi.
Muhammed Yunus 2006 Nobel Barış Ödülü sahibi ve fakirlerin bankacısı olarak tanınıyor. Konuşmasının ana konusu mikrokrediler idi. Sadece yoksul insanlar için mikrokredi sağlayan Grameen Bankası’nın kuruluş öyküsünü anlatan Yunus, ilk mikrokrediyi çalıştığı üniversiteye komşu olan yoksul bir köyün sakinlerine kendi cebinden verdiğini hatırlattı. Fakir insanları Yunus bonzaiye benzetti ve gelişmemelerinin nedeni olarak ihtiyaç duydukları kaynaklara ulaşamıyor olmalarına bağladı. Bu insanların tohumlarında sorun olmadığı ancak toplum onlara üzerinde büyüyecek toprak vermediğinden ve sistemin bencillikler üzerine kurulu olmasından, yoksul insanların nedenlerinin de bizler olduğunu söyledi. Şu an bankasından kredi kullananların %97’si kadınlar ve kadınların bu kredileri daha verimli kullandığından bahsetti. Çünkü kadınlara giden paranın aileye çok daha fazla fayda olarak döndüğünü bizzat gözlemlediklerini ifade etti. Şu anki sistemde bankacılığın dünyadaki nüfusun 2/3ünü ihtiyaçlarını göz ardı ettiğini söyledi. Yeni bankacılık anlayışının insanların bankaya gitmesindense bankaların insanlara gitmesi ilkesine göre şekillenmesi gerektiğini savundu. Ve hiç kimsenin işsiz kalmayacağı bir dünya niçin yaratmayalım? sorusu benim de farklı açıdan olaylara bakabilmemi sağladı. Ayrıca konuşması esnasında yine beni etkileyen bir diğer konu ise; iki tip iş olduğundan birincisinin kişinin kendisi için fayda yaratan iş olduğu, ikincisinin ise diğerleri için fayda yaratan iş olduğuydu. Diğerleri için fayda yaratan işler herkese de mutluluk getirecektir.
Abdi İbrahim’in CEO’su Canan Karabağlı bu şekilde tüketmeye devam edersek 2050 yılında 3 gezegene daha ihtiyaç duyacağımızdan, iş dünyasında bir eksen kayması yaşandığından, küresel zenginliğe yeni paydaşların da katılarında geleceğinden bahsetti. Türkiye’nin de dünyada gelişen pazarlar arasına gireceğinden ilgi odağı haline geleceğinden söz etti. Ayrıca Karabağlı’nın paylaşmış olduğu bir araştırmaya göre de 2020 yılında Hindistan şu anki Çin kadar zenginleşecek. Şu anki Çin de 2020 yılında Meksika kadar, Meksika Rusya kadar ve Rusya da İtalya kadar büyümüş olacak. Bu yaşanacak değişimlerle beraber etkin İK yöneticilerine duyulan ihtiyaçlar gündemimize oturdu. Yani insan kaynakları yöneticisinin iş stratejilerini anlaması gerektiğinden ve bunu da yetkinliklerle entegre edip, insan kaynaklarının stratejik iş ortağı konumunda olması gerektiğiydi.
Kariyer.net’in Genel Müdürü Yusuf Azoz, Türkiye’deki istihdam trendlerinden bahsetti. 2011 yılında yayınlanan ilanların %35 oranında arttığından ve yapı-inşaat, tekstil, sağlık, bilişim ve otomot iv sektöründeki ilanların ön plana çıktığını paylaştı.
En verimli geçen konuşmalardan biri de Dave Ulrich’in konuşmasıydı. Skype aracılığı ile aramıza katılan Ulrich’in konuşmasını çok dikkatli dinledim. Konuşma başlıkları; İK’nın çalışanlarla, kültürle ve liderle değer yaratacağı, bu yüzden yeteneği, kültürü ve liderleri yönetmenin gerektiği, stratejik İK olmanın önemi, İK’nın toplantılara da katılması ile bunun başlayacağı, trendlerin İK’ya nasıl dönüştürüleceği, y kuşağının özellikleri ve beklentilerinin neler olduğu idi. Dünyada yaşanan değişimi İK’nın yönetmesi gerektiğinden söz etti. Ve Ulrich, y kuşağının esnek örgütler, işlerinde anlam ve amaç, küresellik ve iletişim istediğinden söz etti. Özet olarak İK’nın bir değer yaratması gerekiyor. Ulrich de dünyaya odaklanıp yenilikleri takip etmek ve değişimi gerçekleştirmelidir olarak bunu ifade etti.
Jamie Naughton “Mutluluk Dağıtmak”
Jamie Naughton çalıştığı Zappos şirketinden yola çıkarak mutluluk dağıtmaktan bahsetti. Açıkcası çok etkilendiğim bir diğer sunumlardan biriydi. Bir an düşündüm bizim şirketlerimizle Zappos’u! Zappos ABD’nin en büyük online alışveriş ve firmanın kültürüne aşık olduğumu söyleyebilirim. Firma kendini ayakkabı dağıtıcı olarak değil de mutluluk dağıtıcısı olarak tanımlamış ve hem çalışanlarına hem de müşterilerine sağladıkları imkanları görünce kesinlikle mutluluk dağıtıyor dedim. Örneğin firma müşterileriyle uzun vadeli ilişki kurmak için 365 gün iade hizmeti veriyor ya da ürün portföylerinde yer almayan bir ayakkabı eğer müşteri isterse rakiplerinin sitelerinden arayarak buluyor ve yönlendiriyor. Naughton, Zappos’da seçme ve yerleştirmede önemli araç yeni alınacak çalışanın şirket kültüre uygun olması gerekliliğinden ve performans değerlendirme yapmadıklarını, yıllık kültür değerlendirmesi yaptıklarını ifade ediyor. Ve herkesin mutluluk düzeyinin birbirinden farklı olduğunu, işle mutluluk-tutku arasında ilişki olduğundan, kulüplerle çalışan bağlılığını oluşturduklarından, çalışanlara ilham verilmesi gerektiğinden, çalışanları vizyonun bir parçası yapmak gerekliliğinden, çalışanlarla iş ilişkisi dışında zamanın yüzde 10’unu dışarda ilişkiler geliştirmek gerektiğinden bahsetti.
Piers Ibbtson “Yöneticilerin ve Liderlerin Aradığı Yaratıcılığa Sanatsal Bir Bakış”
Piers Ibbotson, tiyatro kariyerinde elde ettiği tecrübeleri liderlik gelişim programlarına aktararak konuşmasını gerçekleştirdi. Yaratıcılığın kaynağının evrim olduğunu ifade etti. Çalışanların %80’inin çalıştıkları örgüte karşı yabancılaşma hissettiğinden dem vurdu. Ve bi insanın en fazla 150 kişi ile bağlantı kuracağından ve bu 150 kişiden maksimum 25’i ile güvene dayalı ilişkiler kurabileceğini aktardı. Kim bu 25 kişi? Örgütlerde birbirine benzer ekip üyelerinin yer almasının verimliliği azalttığını çeşitlilikle beraber hiyerarşik düzenden bağımsız, aktif bilgi paylaşımı ile ekip üyelerinin verimliliğinin artacağından söz etti. Ve son olarak yaratıcı liderlik için işe hiyerarşiyi yansıtmamak gerektiğini vurguladı.
Engelli istihdamından bahseden Gazeteci Sinan Karahan, Türkiye’de 8.7 milyon engelli olduğundan, üniversite mezunu engelli oranı 0.7, çalışan engelli oranı 6.7 olduğundan, kamuda 80 bin engelli açığının olmasına rağmen son 10 yılda 3 bin kişinin atandığından bahsetti. Anayasanın 46. maddesi, iş hukukunun 53. maddesi ve 5378 nolu yasadaki engelli haklarının uygulanmadığını konuşmasında ifade etti. Engellilerin sahip olduğu haklar konusunda Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere taraf olduğunu ve engelli haklarına dair hükümlerin devleti anayasadan daha fazla bağladığını ve devletin engellilerin çalışma hakkını güvence altına almasının bir zorunluluk olduğunu ve kamunun özellikle özel sektörde de istihdam edilmelerinin teşvik etmesi gerekliliğinden bahsetti.
CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey, şirketlerin farklılıklarla güçleneceğinden, tek bir engelliyi istihdam ederek tüm haneyi kalkındırabileceğimizden, farklılıklarla isteyerek kucaklaşmamız gerekliliğinden bahsetti. Ayrıca İsveç’te engellilerin çalıştığı şirketlerde hastalık izni sürelerinin düştüğü, motivasyonun arttığı gözlemlenmiş.
Ve beni derinden etkileyen şu cümlesi epey düşündürdü: “Siz İK’cılar bize kucağınızı bize açmazsanız bir ilerleyemeyiz. Kanunla, yasalarla değil, siz iK’cılar sayesinde engelli istihdamı gelişecek.” Ama biz İK’cılar o denli duyarlıyız ve örneğiz ki Sevgili Şafak Pavey’in konuşması esnasında salon yarı yarıya boşalmıştı. Zihniyeti değiştirmek çok zor ama ben en azından zirveye katılan İK’cıların bakış açılarının farklı olabileceğini düşünmüştüm, yanılmışım! Üzüldüm hem de çok, ben 26 yaşındayım ve mesleğin o kadar başındayım ki örnek alacağım bana ilham verecek meslektaşlarımın sayısının zirvede ne kadar az olduğunu bir kez daha gördüm! Son olarak Pavey, çocuklarımız farklılıkları olan çocuklarla bir arada büyümedikleri için herkesi tek tip zannediyor” diyerek konuşmasını bitirdi.
Keith Campbell’in konuşması da ilgimi konulardan biri olan narsisizm üzerineydi. Campbell, sosyal medyanın insanlar arasında bağ kurmak için köprü görevi üstlendiğini ve sosyal medyanın kişisel narsizmi desteklediğini ve kişisel narsizm seviyesi yüksek insanlar sosyal medyayı sevdiğini söyledi. Sosyal medyada etkin biri olarak kendi adıma da düşünmedim değil! İnsan kaynaklarında yapılan narsizm araştırmasında narsist kişileri lider olarak seçildiğinde takım performası düştüğü, etik değerlerin düştüğü ve bu liderlerin olumsuz geri bildirimden hoşlanmadığı gözlemlenmiş. Narsisistlerin dışa dönük, özgüven sahibi ve karizmatik olmalarından ötürü liderliğe kolay yükselebildiklerini söyleyen Campbell, kibir ve narsizm gibi liderleri işe aldıran özelliklerin sonrasında şirkete en çok zarar veren özellikler olabileceğinden bahsetti. Ayrıca insanların kendilerini özel hissetmeyi sevdiğini örnek olarak da Starbucks’ta kahvelerin üzerine isim yazılmasından, çocuklara konan isimlerin seçimlerinde bile bu özel hissetme dürtüsünün yattığını vurguladı.
MCT Danışmanı Mehmet Namık Aydın’ın konuşmasında en çok etkilendiğim cümle: “Söz veriyorum yarın kimseye haddini bildirmeyeceğim.” oldu. Aydın, haddini bildirmekle kişide yaratıcılığın, üretkenliğin ve konsantrasyonun azalmasına neden olduğuna, ne kadar çok şey biliyorsan o kadar az sinirlenildiğinden, yöneticilerin gerekli olduğu durumlarda çalışanlarını koruyup korumayacağı üzerine ve geribildirim almıyorsak eğer güven konusunda sıkıntılar olduğundan, oturup dinlemenin cesaret göstergesi olduğundan bahsetti. İş hayatında eminim birileri bize bir gün haddimizi bildirmiştir! Aydın artık haddini bildirmek yerine geribildirime bırakması gerektiğini ve haddini bildirme yaklaşımından geri bildirim ve diyalog yaklaşımına geçmesi gerektiğini belirtti.
Sor – Düşün – Söylesin – Söyle – Yapsın
Yeşim Türköz yaşamın takaslar dizisi olduğundan ve hayatta bazı şeylere sahip olmak için mutlaka bir bedel ödemek gerekliliğinden, insanın iki yaşından itibaren sevgi alabilmek için bir şeyler yapmamız gerektiğini öğrendiğimizi, yaşamın diyalektiğinin her adımda bir değişim getirdiğini ve her değişimin de bir bedeli olduğundan bahsetti.
Yazar Tuna Kiremitçi’nin konuşması açıkçası beklentimin üzerinde bir konuşma oldu. O konuşurken de bir yandan söyledikleri ile yaşadıklarını düşünmeden edemedim. Neyse Tuna Kiremitçi’nin konuşmasını aktarmak istiyorum: İnsanları romantikler ve egoistler olarak ikiye ayırıyor. Ve egoistler dünya battı, romantikler halen kurtarılabilecekler var diye düşünürler. Romantizm egoizmin panzehiri olarak tanımlıyor. “Başımıza ne geliyorsa romantiklerden geliyor. İyi ki varlar! diyor ve ekliyor hayat bizi egoist olmaya zorluyor.
Ayrıca Kiremitçi “Kim ölümden daha romantik olabilir ki?” Tarantino bir romantiktir. Her karesinde film çekmeye duyduğu aşkı görürsünüz. “Enver Paşa da romantikti” dedi ve sebebi karısına yazdığı mektuplar değildi. Tarihte gerçekleştirmek için kalkıştığı şeylere ancak bir romantiğin kalkışabilecek olmasıydı. Romantizm bize olmadık şeyleri yapmanızı sağlar ve bazen bu faciayla sonuçlanabilir. Romantizm sadece çiçek böcek değildir diye farklı bir düşünce kapısına yönelmemizi sağlıyor.
Dr. Peter Hawkins beklentiler arttıkça kaynaklar azaldığından, bütün paydaşlar için değer nasıl yaratılacağından, bizlerin hiç kimsenin yapamayacağı bizim yaptığınız, şirketimizde bugünün değil yarının ihtiyaçlarını karşılayacak ne yapabileceğimizden, müşterilere daha iyi nasıl davranılması gerektiğinden ve bize nasıl davranırlarsa bizimde öyle davrandığımızdan, liderlerin yöneticilere davranışı, yöneticilerin çalışanlara davranışını belirleyeceğinden, yöneticilerin ekiplerine gelecek işleri için koçluk yapmaları gerektiğinden, liderliğin koçluk ile geliştirilmesinden, liderliğin bir pozisyon olmadığı bir ilişkiler boyutu olduğundan ve dönüşümün kişiselliğinden yani şirketlerin dönüşmesi kişilerin dönüşmesiyle başlayacağından bahsetti.
Prof. John Kotter “Bir Kurumda Değişim Nasıl Başlar, Liderlik Nasıl Ortaya Çıkar ve Nasıl Geliştirilir?”
John Kotter skype üzerinden bağlantıya geçerek konuşmasını gerçekleştirdi. Kotter; kurumunuzun üst seviyelerindekiler kendilerini aynı fikirdeki gibi gösterseler de öyle olmadığını, fikir ayrılıklarının mutlaka olduğundan, İK grubu çözümün bir parçası olabilirken sorunun bir parçası olduğundan, İK’nın ne kadar bürokratik şekilde çalıştığından ve bunun da giden aracı yavaşlattığından, değişimin iş hayatının bir parçası olduğundan ve iş yapma şekillerini değiştirmesinden, kurumlarda değişimi yavaşlatan/engelleyen birçok neden olduğundan, liderlerin yenilikçi ve yaratıcı olmalarının gerekliliğinden bahsetti. Ve Kotter şu sorusu çok manidardı: İK departmanlarına agresif davranıldığında eğer daha iyi sonuçlar mı alıyorsunuz sayın yöneticiler?
Sanjit Bunker Roy “Kısıtlı Kaynak ve Yaratıcılıkla Değişim”
Bunker Roy, dünyada üniversite mezunu olduğunuz halde giremeyeceğiniz tek üniversite olan Barefoot College’ı (Çıplak Ayak Kolejini) kurmuş ve yoksul köylerde saklı kalmış bilgeliği dünyaya yayarak yoksullukla mücadele eden biri. Öğretmenin öğrenci, öğrencinin öğretmen olduğu bir okulmuş. Ve çıplak ayak, fakir insanların beceri ve bilgilerinin bir sembolü. Hindistan’daki tamamen güneş enerjisiyle çalışan tek üniversite: Barefoot College. Dünyadaki her kadını güneş enerjisi uzmanı yapabileceğimizden bahsetti. Çıplak Ayak Koleji %100 solar enerji kullanıyor. Çıplak ayak kolejindeki bütün kadınlar solar mühendisi olduğundan ve dünyanın her hangi bir yerindeki mühendisten daha iyi olduklarından söz etti. Dünyanın dört bir yanından 683 büyükanneyi Barefoot Güneş Enerjisi Mühendisi olarak yetiştirmişler. Projede erkekleri tercih etmemelerinin nedeni olarak erkeklere bir beceri ya da sertifika sunulduğunda köylerini terk etmek istediklerinden dolayı. Konuşmanın özeti: Bugün insanlık için ne yaptın?
Yorum Yok